Çevreyolunda kırmızı bir kamyon, en sağ şeritte ilerliyor.
Sebepsiz yere birden, aklıma Selvi Boylum Al Yazmalım filmi geliyor,
ne güzel bir filmdi,
arada bazı kanallar veriyor ve her defasında ilk kez izliyormuşum gibi sonunu merakla bekliyorum.
Çocukken yollarda, kardeşimle kamyon yazılarına takılıp fotoğraflarını çekerdik,
kimbilir şimdi o fotoğraflar nerede...
sicak bir Ankara akşamında rüzgar esiyor,
bahçede ki selvi ağacı rüzgara direnmiyor,
aksine bir o yana bir bu yana sallanıyor,
sanırım aşk fısıldıyor...
ve işte yine yağmur yağıyor,
seviyorum yağmuru,
hatta sesini bile,
huzur veriyor,
yaz yağmurunda, pencereyi ardına kadar aç derdi Nazlı teyze,
toprak kokusu girsin içeri,
birazda serinlik,
çay demle sen çabucak,
ben kurabiyeleri yapar gelirim derdi...
sene sanırım 1994...
Bulutlara bakıyorum ve sanırım gri en çok onlara yakışıyor,
bir türlü sevemedim griyi...
kuşlar durmadan şarkı söylüyorlar,
belkide bir kanadım olmalı,
pır pır istediğim yere uçmalıyım,
tıpkı melekler gibi...
Ankara'nın gölünden başka nesi var diye soranlara,
kocaman bir soru işareti ile bakıp gülüyorum...
Bu aralar Pink Martini'den Splendor in the Grass dinliyorum, huzur veriyor...
Splendor in the grass linkine tıklayıp dinleyebilirsiniz.
işte böyle...
2010 ajandasından, küçük hikayelere yazılanlar...
güzel bir hafta diliyorum