« October 2007 | Main | December 2007 »
Balıkçı köylerinden geçenler bilirler,
Oralarda hayat erken başlar,
Deniz yürekli bir sevgili ise,
Dalga kıran da bir barınaktır.
Her akşam takaların seslerine birde yüreklerde ki hikayeler eklenir,
Deniz fenerinde el sallayan bir aşık mutlaka vardır,
Mavi, uçsuz bucaksızdır ama hatayı da affetmez,
Belki de kadın gibi
Ve rastgele...
kucak dolusu sevgiler...
Not: Fotoğraflar Küçük Hikayeler'e aittir...
November 27, 2007 at 01:41 PM in Gezi | Permalink | Comments (5)
Farkında mısınız bilmiyorum ama 2006'yı bitirmemize sadece bir ay kaldı ve koca bir yılı yine geride bıraktık...
Aralık'ın yeri benim için bambaşka, çünkü yılın ilk karı bu zamanda yağar ve elimde kupam, pencereden kedi gibi gökyüzünü seyrederim, çok büyülüdür benim için ilk kar...
Dükkanlar, sokaklar kısacası her yer ışıl ışıl olur,
piyango bileti alır hayaller kurarız....
Biliyorum, bu listeyi yazmak için daha çok erken, o yüzden listemi sonraya saklıyorum :)
Yeni yılın ilk değişimi, iş yerinde almış olduğum terfiyle başladı ve sonra 2008'de güzel bir projeye destek vermem için gelen teklif(şimdilik sürpriz olsun) ve Küçük Hikayeler'in tasarımında ki değişiklikler...ve tabi ki en yakın dostumun bebişinin yılın ilk bebeği olmaya aday olması:) umarım tüm bebekler gibi sağlıkla doğar...
keyifli haftasonları...
kucak dolusu sevgiler...
Not: Fotoğraf Küçük Hikayeler'e aittir...
November 22, 2007 at 02:18 PM in Haftasonu | Permalink | Comments (4)
Etrafındakiler itidallerini kaybettiği ve kabahati de sana yüklediği zaman
Eğer sen itidalini muhafaza edebilirsen;
Bütün insanlar senden şüphelendiği zaman sen kendine güvenebilir
Ve onların şüphelenmelerini de hoş görebilirsen;
Eğer sen bıkmadan, usanmadan bekleyebilir,
Yahut sana yalan söylendiği halde, sen yalan söylemezsen,
Veya senden nefret edildiği halde, sen nefrete kapılmaz,
Bununla beraber ne pek fazla doğruluk, ne de ukalalık taslamazsan;
* * *
EĞER hülyalara dalabilir, fakat kendini hülyalara kaptırmazsan;
Eğer düşünebilir ama düşüncelerini gaye edinmezsen,
Eğer Zafer ve Felaket ile karşılaşabilir de,
Bu iki sahtekara, aynı şekilde davranabilirsen;
Eğer söylediğin hakikatı aşağılık insanlar budalaları tuzağa düşürmek için
Tahrif ettiği zaman, onu işitmeğe katlanabilirsen,
Yahut, uğruna ömrünü harcadığın şeylerin yıkılışını seyredebilir
Ve iki büklüm olup, aşınmış aletlerle onları tekrar kurabilirsen;
Eğer bütün kazançlarını ortaya yığıp, kısmetini
Bir defalık yazı - tura oyununa bağlayabilirsen,
Ve kaybedince ilk başladığın yerden tekrar başlayıp
Uğradığın kayıp hakkında ağzından tek kelime kaçırmazsan;
* * *
EĞER sende kalp, sinir ve adale namına birşey kalmamışken
Onları işine yarasın diye zorlayabilirsen,
Ve içinde onlara "Dayan!" diye seslenen azminden
Başka birşey yokken, dayanabilirsen;
Eğer ayak takımı ile düşüp kalkıp, faziletini koruyabilir,
Yahut krallarla dolaşır ve halkla temasını kesmezsen;
Eğer ne dostlar, ne de düşmanlar seni incitip gücendirmezse,
Bütün insanlara itibar eder de hiçbirisi ile aşırı gitmezsen;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı, katedilen mesafeye değer
Altmış saniye ile doldurabilirsen,
* * *
SENİN olur herşey, dünyayı senin olmuş bulursun,
Bundan daha fazlası da var oğlum, ADAM olursun
Rudyard Kipling
güzel bir hafta diliyorum...
kucak dolusu sevgiler...
Not: Fotoğraf Küçük Hikayeler'e aittir...
November 19, 2007 at 10:01 AM in Şiirler... | Permalink
Gönül uzaklara gitmek istediğinde,
yakında ki tutar mı bizi acaba,
ve ayna da kendimize baktığımızda,
geçer miyiz öbür tarafa...
mumlar son nefeslerini verdiğinde,
sessizlikte bir sonsuzluktur aslında...
gerçek baş rolde ise,
umutta ikinci sahne de, kayıp olsa da bulmaz mı bizi...
bulutlar ağlamaya başladığında,
yağmur olur bizlere...
ve aşk kapımızı çaldığında,
ya bir adım geri çekilip delikten bakar,
ya da korkusuzca açarız gönül kapımızı...
belki gecenin üçünde çalan telefon kızdırır bizi,
ama ya karşı tarafta ki sessizce ağlıyorsa,
dökülür yanaklarımızdan yaşlar...
sonbahar karıştırır bizleri...
ama yine de severiz dökülen yaprakları,
buğlanan camları,
yün battaniyeleri,
kırmızı çorapları,
şapkaları,
açılmayan şemsiyeleri,
sokak kedilerini
...
kısacası bu haftasonunu sonbaharın karıştırmaları olarak ilan etmek istiyorum....
keyifli haftasonları...
kucak dolusu sevgiler...
Not: Fotoğraf Küçük Hikayeler'e aittir...
November 16, 2007 at 09:45 AM in Haftasonu | Permalink | Comments (2)
15Aralık...
Elimde siyah eski bir bavul, başımda dedemin kalpağı istasyona doğru yürüyorum. Ne lapa lapa yağan karın ne de bavulun ağırlığını umursuyorum...benim için varsa yoksa O...
Geriye dönüp, O'na sıkıca sarılmak ve hiç çıkartmadığı o önlüğüne, gözyaşlarımı silmek istiyorum. Oysaki kar çoktan yolları kapamış...
Sinirle kalpağı çıkarıp yere fırlatıyorum. Artık kar taneleri, hızlıca yüzüme çarpıyor ve haykırıyorum;
Ana gidemem men,
ayrılamam buralardan,
seni yalnız koyamam,
izin ver kalam...
Bir an yanımdan geçen atlının haydi oğul, yola devam deyişini hatırlıyorum...Kalpağı tekrar başıma geçirip istasyona doğru yürümeye başlıyorum.
Adımlarımın hızına inat,gözyaşlarım dinmiyor. Beni yolcu ederken ki, ay bala erkek adam ağlamaz, deyişi geliyor. Gülümsüyorum...
hayat hiç kimse için kolay değil, ama zorluklar olmadan da maalesef gözyaşları akmıyor...
Gidiş sebebim, iç savaştı. Ve savaş sona ermeden, Türkiye'de ki amcamın yanında olmam gerekiyordu, çünkü savaş bittiğinde ülkede ki tüm erkekler askere alınacaktı...
Trenin kalkmasına 4 saat vardı ve buz gibi hava da dışarıda beklemek anlamsızdı. Kalabalıkla birlikte içeri girmiştim. Herkes bir yerlere koşuşturuyordu. Kendime kapının yanında, zar zor bir yer bulabilmiştim. Biletimi ve belgelerimi çantadan çıkarmış etrafı izliyordum. Daha 14 yaşındaydım ve korkuyordum. 40 saat tek başıma tren yolculuğu yapacaktım. Ve o güne kadar hiç sigara içmemiş biri olarak, yanıma yaklaşan askerin uzattığı sigarayı hiç düşünmeden almıştım. Nereye delikanlı diye sorduğunda korkudan cevap vermek istememiştim, ama o bir askerdi ve annem problem çıkarmamamı özellikle tembihlemişti. Kısaca Türkiye'ye diye cevap vermiştim. Sigarasını içine çekerek, sol eliyle omzuma dokunmuş güle güle evlat, yolda kendine dikkat et demişti.
O eski buharlı tren, istasyona girdiğinde herkesi yeni bir telaş almıştı. Kar ise halan devam ediyordu. Sıkıca tuttuğum bavulumla ağır ağır trenin kalkacağı perona doğru ilerlemeye başlamıştım. O anda istasyonun bir ucundan Mustafa oğlum, sesiyle irkilip arkamı döndüm. Ve işte annem orada öylece duruyordu. Evden alelacele çıkmıştı. Üzerinde ne bir palto ne de kazak vardı. Yanakları koşmaktan al al olmuş, saçlarına kar taneleri düşmüş, ellerini önlüğünün cebine sokmuş, karşımda öylece durmuş ağlıyordu. Saatlerdir elimden bırakamadığım bavulu yere bırakmış, O'na doğru koşmuş ve sıkıca sarılmıştım...
Ne güzel kokuyordu, annemm kokuyordu...
Ne olur benimle gel annem, sensiz ne yaparım deyişimin tüm istasyonda yankılandığını hatırlıyorum...
Ama hiçte öyle olmadı, annemi bir daha hiç göremedim...
Gözyaşlarımı elleriyle silmiş ve beni ayrılık trenine çoktan bindirmişti bile. Tren kalkmak için işaretini verdiğinde cebinden işlenmiş beyaz mendilini çıkarıp gözyaşlarını silmişti. O mendili, trenin camından uzatıp elime dokunmak istemiş, ama tren çoktan hızlanmıştı...
İstasyondan çıkıp, sarp dağları geçtik, sayısız durakta durduk ve sonsuz bir sessizlik beni çekim gücüne almıştı. O'ndan uzaklaştıkça yutkunmak daha da zorlaşıyordu. Ve sonunda dayanamayıp kendimi koridora zor atmıştım. Pencereyi açıp kendimi boşluğa bıraktım. 14 yaşında hayat çok ağır gelmişti.
Hayatın mışları,
acının sessizliği,
özlemin korkusu,
gençliğin toyluğu vardı işte...
Yaklaşık 40 saat sonunda, kar yavaşlamış, dağlarda ki sis kalkmış ve güneş görünmüştü. Uzakta ki tepelerden güzel bir gün doğuyordu. Tren, Türkiye sınırına girmişti.
İstasyona vardığımızda beni amcam karşılayacaktı. Amcam ile daha önce bir kez karşılaşmıştık, o yüzden O'nu tanıyordum. Amcamı ararken az ileri de siyah saçlı, beyaz tenli ve yeşil gözlü kızın bana gülümsediğini görmüş, utanarak başımı çevirmiştim. Omzumda bir el hissettiğimde amcam çoktan bana sarılmıştı.
Türkiye'ye geldikten 3 sene sonra savaş bitti. Anneme yazdığım mektuplar savaş dolayısı ile çok zor gitmişti, ama yine de her hafta O'na mektup yazmıştım. Savaş bittiğinde geri dönmek istedim, ama 17 yaşını dolduran tüm erkekleri askere aldıkları için annem dönmemi istememişti. Gelmeyi çok istedi, ama onlarında ülke dışına çıkışları engellenmişti.
Yıllar sonra yine trenle doğduğum yere, O'nu görmeye gittim...
70 yıldır hiç gidemedim, ne acı...
Tren, o bilindik eski istasyona girdiğinde, gözlerim o ağlamaklı, saçlarına kar taneleri düşmüş kadını aradı ama göremedi. Her şey o kadar değişmişti ki, bir an evimizin sokağını bile hatırlayamaz olmuştum. Ama elbette, o mavi boyalı pencereyi gördüğümde hemen hatırlamıştım... Mutfak perdesi tıpkı annemin bıraktığı gibi hala açıktı...
Kapıya hızlıca vurdum,
ama hiç ses gelmedi...
Uzun süre bekledikten sonra aç annem ne olur aç, bak ben geldim tıpkı eski günlerde ki gibi diye kapıyı yumrukladım...İşte o an yumrukladığım ellere baktığımda hayatımın çoktan geçip gittiğini anladım...ve annemin istasyona yakın bir mezarlıkta beni beklediğini hatırladım...Her gelen trenle beni kucaklıyordu...
Yine de eve girdim.
Gözlerim mutfakta ki masanın üzerinde ki kurabiye kutusuna takılmıştı...Koca bir iç çekerek, o kutudan ne çok kurabiye çaldığımı hatırladım. Ağır ağır üst kata çıktım, odasına girdim ve şifonyerin üzerinde ki mektuplarımın özenle açılıp okunduğunu ve tekrardan zarflarına koyulmuş olduğunu gördüm...
Çatı katına çıktığımda ise hala o bilindik annem kokusu vardı ve bir ses
Ay bala ağlama, erkek adam ağlamaz...
başka bir hikayede görüşmek üzere
kucak dolusu sevgiler...
Not: Fotoğraf Bill Merlavage'e aittir...
November 13, 2007 at 02:41 PM in HİKAYELERİM... | Permalink | Comments (2)
Hani bazen önünüzde bir resim vardır ve o resmi nasıl düzenleyeceğinizi bilemezsiniz ya, işte bugun tam bu havadayım... ve üstüne üstlük birde Pazartesi :)
bir sürü bekleyen iş,
edilmesi gereken telefonlar,
ödenmesi gereken faturalar,
ama herşeye rağmen hayat yine de devam etmeli...
güzel bir hafta diliyorum...
kucak dolusu sevgiler...
November 12, 2007 at 09:39 AM | Permalink
Kalamış'ın eski evlerinden birinden Ayşe abla'nın piyano sesi yükselir,
sonra ilk aşkının seni terk ettiği gün Sema abla piyano da "kimler geldi kimler geçti" 'yi çalar,
Zeynep piyanoyu çok sever, ama çalamaz...
Haftaya güzel sürprizler, müzikler ve kahkahalarla merhaba diyerek başlayalım...
Ebru Berker ve sevgili eşi Yuri ile bu yaz tanıştık ve bu büyülü sesi neden daha önce duymadım diye kendi kendime epey söylendim...Sıradan bir Şarkı ve sıradan bir şarkıcı albümünde cazdan popa, latinden alaturkaya farklı müzikler var. Ama beni en çok etkileyenlerden biri küçük bir şarkı parçası...
Dinlemek için :http://profile.myspace.com/index.cfm?fuseaction=user.viewprofile&friendid=146538234...
Sonra Neyzen Tevfik'in sesi, Fikret Kızılok'un şiir gibi sesi, Sezen Aksu...kısacası bu aralar türkçe müzik dinliyorum...
Peki bu aralar sizler hangi melodilere takılıp kalıyorsunuz...
güzel bir hafta diliyorum...
kucak dolusu sevgiler...
Not: Fotoğraf Küçük Hikayeler'e aittir...
November 06, 2007 at 10:15 AM in Tavsiyeler(Kitap, CD, Anmalar...) | Permalink | Comments (4)
Two roads diverged in a yellow wood,
And sorry I could not travel both
And be one traveler, long I stood
And looked down one as far as I could
To where it bent in the undergrowth;
Then took the other, as just as fair,
And having perhaps the better claim,
Because it was grassy and wanted wear;
Though as for that the passing there
Had worn them really about the same,
And both that morning equally lay
In leaves no step had trodden black.
Oh, I kept the first for another day!
Yet knowing how way leads on to way,
I doubted if I should ever come back.
I shall be telling this with a sigh
Somewhere ages and ages hence:
Two roads diverged in a wood, and I--
I took the one less traveled by,
And that has made all the difference.
Robert Frost
November 01, 2007 at 09:57 AM in Şiirler... | Permalink
|