Cuma akşamı, otobüste yanına oturduğum yaşlı Bey amca bana bakıp hikayemi dinlemek ister misin dedi. Hayatımda daha önce hiç kimse bana özel olarak hikayesini anlatmamıştı, peki dedim ve başladı anlatmaya...
O'nu ilk gördüğüm gün üzerimde kırmızı bir kazak, ama O'nunda yeşil ve derin bakan gözleri vardı... ve belediye otobüsünün camından birbirimize bakıp gülümsüyorduk.
Kim bilebilirdi ki, bir saat sonra aynı derste olacağımızı...Anfiye girdiğinde hiç tereddüt etmemiş ve arkama gelip oturmuştu. Yanında ki arkadaşına heyecanla bir şeyler anlatıyor ve ayağını sıraya vuruyordu. Aniden omzuma dokunarak ilk defa mı bu dersi alıyorsunuz diye sormuştu.
Gözlerinin içine bakıp, bu dersi 3.kez alıyorum demiştim. Gülümsemiş ve peki demişti. Daha başka nasıl bir cevap verebilirdim bilemiyordum, zaten az konuşan biriydim. Oysaki, sonradan itiraf edecekti ki bu soru benimle tanışmak içinmiş...
Aşk kapımı ilk defa çalmıyordu, çünkü çapkın biriydim. Belki hemen iletişime geçemiyordum, ama kızları iyi anlıyordum. O zamanlar herkeste olmayan güzel mavi bir Cadillac arabam vardı ve kızlar buna bayılıyordu.
Ders bittiğinde, yanıma gelip konuşmaya başlamıştı. O ve arkadaşı, İstanbul'dan gelmişlerdi ve ikiside Ankara'yı hiç bilmiyorlardı. Arkadaşı yurtta, O ise ailesinin Ankara'daki evinde kalıyordu. Konuşma devam ederken, arkadaşı saate bakıp gitmemiz gerek demişti.
Sanırım akşama doğru dersten çıktığımda, arabamın camında kırmızı bir gofret ve yanında bir de not görmüştüm..."Dersi iyi dinlediğin için.." yazıyordu, gülümsememe neden olmuş ve kalbim delice atmaya başlamıştı...
O akşam, O ve arkadaşını diğer arkadaşlarımla da tanıştırmıştım. Nereye gitse O'nu takip ediyordum. İçi içine sığmıyordu. Sürekli sorular soruyor ve o iri yeşil gözlerini hiç kırpmadan dinliyordu.
Tembel biriydim, ama ertesi gün O'nu görebilmek için derse gitmiş ve yanına oturmuştum. Bu durumu gören arkadaşlarım çoktan yakıştırma yapmışlardı bile, ama bundan hiç şikayetçi değildim. Evet O'nunla olmak istiyordum, ama bunu O'na nasıl söyleyeceğimi bilemiyordum.İlk adımı atma konusunda yine sıkıntıdaydım. Ve ilk adımı beklediğim gibi O atmış ve haftasonu sinemaya gitmeyi teklif etmişti. Teklif son derece masumdu ve kabul etmiştim.Sinemaya yaklaşık 10 kişi gitmiştik. Hangi film olduğunu yaşlılıktan hatırlayamıyorum ama...
Çıkışta o zamanlar şimdi ki gibi her adım başı cafe ya da pastahane yoktu, bu yüzden de hemen dağılmıştık. Yurtta kalmayan sadece ikimiz vardık ve O'nu evine ben bırakacaktım.
Evine yaklaştığımızda, birazda utanarak yukarı çıkmak ister misin diye sormuştu. Biraz çekinmiştim ama hayırda dememiştim. Evi çok güzel döşenmişti, hiç öğrenci evine benzemiyordu; kırmızı kadife bir kanepesi ve birde kedisi vardı. Bana o köşeyi göstererek oturmamı söylemişti. Hemen paltosunu çıkarıp çaydanlığa sicak su koymuştu. Sütlü nescafeyi ikram ettikten sonra yanıma oturmuş ve anlatmaya başlamıştı; ailesinden, neden Ankara'ya gelmek istediğinden, hayatından, korkularından ve kedisi Miyav'dan...
Sanıyorum 3 saat sonunda, biliyor musun senden hoşlanıyorum demişti. Beni şaşırtmayı hep başarmıştı; daha önce ki tüm ilişkilerimde hiç bu kadar açık ve net konuşan bir kız arkadaşım olmamıştı; ya kapris yaparlardı ya bir türlü söyleyemezler, ya sıkılırlar, ya utanırlar ve sonunda da beni de gererlerdi, ama yıllar geçtikçe anlıyorum ki çocuğum; herkesin bir yapısı varmış...
O an ne diyeceğimi bilememiş ve O'nu yanağından öpmüştüm. Çocuk gibiydi, masum ve içten. Aslında O'nu dudaklarından öpmek istiyordum, ama yapmadım çünkü, O'na kıyamamıştım.
Aradan 6 ay geçmiş ve yaz tatili gelmişti. O İstanbul'a gidecekti ve gitmeden bir gün önce 20 Haziran sabahı kapıda O'nu gördüğümde merak etmiştim. Ama bana dışarıda anlatacağını söylemişti. Annem ve babam şaşırmışlardı fakat bir şey söylememişlerdi. Dışarı çıktığımızda, elimden tutmuş ve evlen benimle, sana aşığım demişti...
Gözlerimi iyice açmış ve şaşkınlıktan nasıl yani diye sormuştum. Hayatımın en kötü sözle başlayan, ama en mükemmel anıydı. Şaşkınlığım O'nu yıkmış ve o güzel yeşil gözlerinde ki tüm derinlik bir anda gidivermişti. O'na yine kıyamamış ve evet demiştim. O'nu seviyordum ama hiç söylemedim biliyor musun çocuğum...
ve evet O'nunla 6 ay içinde tanışıp evlendik.
Tabi ki bu olay okulda bomba etkisi yapmıştı, herkes, hocalarda dahil herkes bunu konuşuyordu... Ve çocuğum, aslında evli olmak bizi pek etkilememişti; çünkü ev kirası derdi yoktu ve harçlıklar yine ailelerden geliyordu. Sadece aynı evde kalabilmeyi resmi bir şekilde belgelemiştik işte...(bunu söylediğinde birazda utanarak gülümsüyordu.)
Bir bahar sabahı perdeyi açmış ve az ileride ki ıhlamur ağacının dallarını işaret ederek; bu evi ve seni seviyorum demişti. O ana kadar hiç bana seni seviyorum dememişti...bilemiyorum, belki de diyecek zamanımız hiç olmamıştı...
Saatler saatleri,
günler günleri,
kısacası zaman bizleri kovaladı ve sonunda üniversiteden mezun olduk...
O büyümüş ve güzel bir kadın olmuştu, bunu görebiliyordum ama gittikçe de içine kapanmaya başlamıştı. Sebebini bilmek istiyor, fakat O'na soramıyordum. Sürekli yalnız başına yürüyüşlere çıkıyor, geceleri odasına kapanıp kitap okuyordu.
Askere gitmem gerekiyordu, ama O'nu bu şekilde bırakıp gidemeyeceğim için, okulda kalmak için yüksek lisansa başvurmuştum. Kabul edildiğimde bile mutlu olmamıştı. Sonunda bir gün eve gelen telefonla herşeyi anlamıştım. Telefonda doktor, O'nunla hemen görüşmek istediğini söylüyordu. Doktor kelimesi bile beni endişelendirmeye yetmişti. Yürüyüşten döndüğünde doktorunun aradığını söylediğimde paniklemiş ve yine o güzel kırmızı kanepesine oturup herşeyi anlatmaya başlamıştı. İsteği bir bebek sahibi olmaktı ve bu mümkün olmuyordu. Demek aylarca üzüldüğü şey buydu...
Yanına oturmuş ve sıkıca sarılarak ağlamasına izin vermiştim. Daha önce yanımda hiç ağlamamıştı ve şimdi gözyaşları sanki sessizce okyanusa dökülüyor gibiydi. Başını kaldırmış ve neden diyordu...
O'na verebilecek bir cevabım yoktu, ama benden bir cevap istediği çok açıktı. Perdeyi açmış ve ıhlamur ağacını göstererek anlatmaya başlamıştım. İlk taşındığımızda hatırlıyor musun; minicikti, ama şimdi bak büyüyor ve belki seneye bir dal daha eklenecek. Hem sevdiği dalı görüyor musun, hep yanında O'na destek veriyor, aynı kökten çıksalar bile iki ayrı, ama bütün bir sevgililer onlar. Yeni dallar eklenmese bile onlar hep göğe iki sevgili olarak yükselecekler...belki bir mucize olur belki de olmaz, ama eğer olmazsa minik bir bebek alırız olmaz mı demiştim...
Ağlaması birden kesilmiş ve o derin gözleriyle gülümseyerek tabi ki neden olmasın, hatta ikiz bile alabiliriz değil mi diye sormuştu. O kadar mutlu olmuştu ki,O'nu görmen gerekirdi...
Bir hafta sonra, eve geldiğimde annemi gözü yaşlı bir şekilde gördüğümde kötü bir şeyler olduğunu hemen anlamıştım. Evlatlık için başvuru belgelerini götürürken bir araba çarpmış ve hastahaneye kaldırılmıştı.Yoğun bakımda, doktor omzuma dokunarak kafasını sallamıştı. Yani çok yaşamaz demek istiyordu. Yanına eğildim ve uyanmasını diledim ama olmadı.
İşte çocuğum, her bahar bahçemizde ki ıhlamur ağacının önünde durur öylece göğe doğru bakarım.
Artık ona verebileceğim hiçbir şey kalmadı, çok üzgünüm...
ve görüyorum ki artık o pencereden kimse bana bakmıyor...
başka bir hikayede görüşmek üzere...
kucak dolusu sevgiler...
Not: Fotoğraf Robert_A_Spaulding'e aittir...