"KOKUYU duyuyor musun? Sanki bir yerlerde yasemin var." Ada: "Dokuz yıl önce duvarın kıyısında yaseminler vardı, onların kokusu," dedi. "Ama bu ben doğmadan önceydi" dedim. "O sıralarda büyük bir kış fırtınası oldu. Bahçeyi temizlemek zorunda kaldılar" dedi Ada. "Bana bunu anlatmanı istiyorum." Bir an konuşmadı, ayışığının vurduğu sıvalı duvara baktı, sonra cevap verdi: "Yasemin hayalet çiçek olduğunu büyüyünce öğrensin."
5 Haziran gecesi bu yazıyı yazmaya oturduğumda sanki biri dokunmuş gibi ürperdim. Açık pencereden esinti, parçalanmış bulutlar ve yasemin kokusu getirdi birden. En azından bu konuda dikkatliyim. Çevrede hiç yasemin görmedim. Bir süre yazmaksızın, öylece durdum. Hafif, uçarı ama inatçı bir kokuydu. Sanki esinti, anıların hep aynı sokaklarından geçiyor ve masanın üstüne birden başlayan kar gibi ürpertici beyaz çiçekler serpiyordu. Koku gittikçe yoğunlaşıyor, çaya dalan madlen bisküvisini falan bastırarak bana bir şeyi hatırlatmaya çalışıyordu. Sonunda buldum: İspanya.
Ülkenin büyük sanatçıları ya hapisteydi ya da sürgünde. Pablo Picasso Paris'teydi, Bunuel Meksika'da. Pablo Casals ise sınırdaki Prades kasabasında yurdunun dağlarına bakarak bir öfkenin yayını bilemekteydi.
Paris'ten beni ağabeyinin yanına konuk olarak gönderen üniversite arkadaşım Manolo, onun birkaç gün önce gözaltına alındığını bilmiyordu. Valencia'da bir otelin barında beni karşılayan genç adam "Ne yazık ki Ramon gelemeyecek" dedi. "Üç gün önce onu Los Reyes hapishanesine götürdüler." Göz alıcı çiğ bir güneşle parlayan sokaktan keskin bir gölge çizgisinin ayırdığı taraçada tatlı şarap içerek bir süre öylece, sessiz durduk. Geniş kenarlı şapkaları, tozlu, uzun ve siyah giysileriyle koşuşup duran papazları seyrettik.
Günlerden pazar olmalı. "İkindiyin saat beşte" birlikte Corrida izlemeye gittik. "Rüzgarın pamuklar savurduğu, pas'ın nikel ve kristal ektiği" yarısı gölgeli kumlarda "leoparla güvercinin döğüşünü" seyrettik. Sanki kan tutmuştu tüm İspanya'yı. Kalabalıklar ölüm görmek istiyordu. Kılıç ve darağacı. Duendenin "gölgeli sesleri" duyulmuyordu. Boğa güreşi alanlarının, Real Madrid maçlarının ve omuzlarından sarkan pul gibi biletleriyle milli piyango satıcılarının yaygarası bastırıyordu toz içinde yuvarlanan Duende'yi. "Hayır" dedim Ramon'un arkadaşına "Kan görmek istemiyorum"...
Onunla vedalaştım. Bütün bir akşamı kıyıda geçirdim. Dalgaların sürüklediği saz ve yosunlara basarak. Gece, şafak sökene kadar yatakta gözümü kırpmadım. Nefes alamıyordum. Çürüyen yosun kokusu gittikçe yaseminleri bastırıyordu.
Bugün 5 Haziran 1983, Federico Garcia Lorca 85 yıl önce bugün doğdu. Endülüs'te Granada kentinde. Ve benim doğduğum yılın, 1936'nın Ağustosunda, henüz 38 yaşındayken, en verimli çağında Franco'nun adamları tarafından kurşuna dizilerek öldürüldü. Alfacar'la Viznar arasında, yol kıyısında bir yamaçta. Ölüsü 20 Ağustos'ta bulundu. Gülümsüyordu.
O gülüşü, yeryüzündeki tüm haksızlıklara rağmen bugün de aynı tutkuyla sürdürüyoruz. Ölüme rağmen. Lorca öldürüldüğü yıl doğdum ben. Avlumuzun karanlık mutfağının önünde, duvarda kocaman bir yasemin ağacı vardı. Daha bir çok avluda olduğu gibi.
Onat Kutlar
Onat Kutlar'ın yukarıda ki yazısı 15 Haziran 1983 yılında Milliyet Sanat Dergisi'nde yayımlanmış.Yazının başlığı "Granada", sözü edilen yer ise İspanya.
Not: Fotoğraf Küçük Hikayeler'e aittir.