10 yaşındaydım. O sabah babam odamın kapısından sessizce içeri girip, yatağımın başucuna kadar geldiğinde, pencereden yasemin kokusu geliyordu ...gözlerimi hafifçe araladığımı ve alnıma kocaman bir öpücük kondurduğunu hatırlıyorum. Sonra beni kucağına aldı ve bu yaz tatilini amcanın yanında geçirmeye ne dersin diye sordu, böylece tüm bir yazı bir tren istasyonunda geçirebilecektim...
Ertesi sabah istasyona geldiğimizde, sanıyorum o anda dünyada benden daha mutlusu yoktu, çünkü ilk defa trene binecektim ve heyecandan yerimde dahi duramıyordum.Biletlerimizi aldık ve trenimizin bulunduğu kompartmana doğru ilerlemeye başladık.Annem ile ben önden, babam da arkamızdan geliyordu. Biran arkamı döndüğümde babamın az ileride ki şekerciden pamuk şeker aldığını görünce annemin elini bırakıp koşarak O'nun yanına gitmiştim. Hiç unutmadığım bir şeyde, büyük bir keyifle pamuk şekerimi yiyişimdi.Şimdi düşünüyorumda keşke herşey o pamuk şekeri yediğim gün gibi pespembe olsa...
Görevli kalkış için ıslığını çaldığında, trenimiz demir rayların üzerinde hızlanmaya başlamıştı bile, kafamı pencereden dışarı çıkarıp rüzgarın saçlarımı olduğu kadar hayatımı da değiştirmesini istemiştim ve yıllar sonra farkına varıyorum ki değiştirmişti de...
Tren, istasyondan ayrılırken babamın omzuna yaslanmış, masmavi bulutları, trene el sallayan çocukları, sararmış buğday başaklarını izleyip etrafımdaki insanların konuşmalarını dinlemeye çalışırken uyuyakalmışım. Uzun bir süre sonra kalktığımda halan yolculukta olduğumuzu görünce, biraz sıkılmış ama umursamamıştım...Hava kararıyordu ve artık izleyecek bir şey de kalmayınca, babamın yüzüne bakıp çocukça dudaklarımı bükmüş ve kaşlarımı çatmıştım. Babam hemen sıkıldığımı anlamış ve elimden tutarak haydi demişti.Bizi trenin restaurantına getirdiğinde bu bana o kadar ilginç gelmişti ki...Trende şık, size sürekli servis yapan garsonların ve masalarında küçük lambaların olduğu bir yer vardı ve ben oradaydım....Yemekten sonra tatlı olarakta çikolatalı pasta ikram etmişlerdi...
Sabaha doğru, tren durmuş ve babam yine beni alnımdan öperek uyandırmıştı. Hiç oyalanmadan trenden indik...Gecenin serinliği ve karanlığın da verdiği korkuyla annemin elini sıkıca tutuyordum...Amcamı göremiyordum, hatta istasyonda hiç kimseyi göremiyordum. Babam, anneme dönmüş neredeler acaba diye sorarken, birden bir çığlık sesi duyduk. Bir kadın, sonra başka bir kadın, sonra bir çocuk, sonra yaşlı bir kadın ve sonra amcam hep birlikte ellerinde fenerlerle bize doğru koşmaya başlamışlardı...Bense biraz şaşırmış ve birazda korkmuş bir şekilde bu seferde babamın elini tutmaya çalışırken, onlar bize çoktan sarılmışlardı bile. Çocuk elimde ki çantayı almış ve hep birlikte eve doğru yürümeye başlamıştık. Aslında ev hemen istasyonun arkasındaydı ama karanlıktan görememiştik, zaten şansımıza elektriklerde kesilmişti...
Sabah penceremin kenarında ki kuş sesleri ile uyandığımda, odamın kapısından simsiyah gözleriyle şaşkın şaşkın bana bakan O'nu görünce şaşırmış ve hemen kapıyı kapatmıştım. Yengem kapıyı tekrar açmış ve haydi kahvaltıya demişti kahkaha atarak. Kahvaltıya indiğimde ise kalabalık bir sofra ile karşılaşmıştım, oysaki bizim evde sadece 3 kişi olurdu;annem, babam ve ben...Keyifli bir sofraydı, çünkü herkes gülüyor, sohbet ediyor ve birbirlerine masadaki yiyeceklerden ikram ediyorlardı. Hemen yerime oturdum ve sicacık omletimi yemeye başladım ama O hep bana bakıyordu ve açıkçası biraz rahatsız olmuştum...Yengem birden O'nun kulağına eğildi ve beni işaret ederek bir şeyler söyledi,O ise umursamaz bir şekilde omzunu silkmiş ve suratını asmıştı. Yengem yine o güzel kahkahalarından birini atarak bana doğru dönmüş ve tüm yaz bizimle olacağına göre, yeni arkadaşın yeğenim Özüm'ü tanıştırayım demişti.İçimden hiç yengem gibi canlı değil diye geçirmiştim. Özüm benden 5 yaş daha büyüktü ve beni istemediğini daha ilk görüşte anlamıştım, ama yalnız kalmaktansa hiç itiraz etmeden kabul etmek en iyi fikirdi...
Kahvaltıdan sonra dışarı çıktık ve O, hızlı adımları sayesinde benim önüme geçmeyi başardı, böylece O önden, ben de arkadan yürümeye başladık....Her yer o kadar yeşil ve sakindi ki, büyülenmiştim ve kendi kendime her yaz gelmeliyim diye düşünmüştüm...Sonra, az ileride ki iki bisikleti görünce heyecanla O'na dönmüş ve bana da öğretir misin demiştim. O ise hiç düşünmeden kızlar bisiklete binemez, bilmiyor musun demişti...sinirlenmiştim ve öğrenirlerse binerler demiştim...Omzunu silkmiş ve yürümeye devam etmişti..Sonraki günlerde de tıpkı ilk gün ki gibi O'nunla hiç ama hiç anlaşamadım, ama yine de hep O'nu takip ediyor, arkadalaşlarının yanında sessizce duruyor ve bana sinirlendiğini anladığımda koşarak eve geliyordum...
O sabah kahvaltıda sandalyeme oturduğumda altımda yine o yumuşak şeyi hissettiğimde masada ki herkes çoktan kahkahlarla gülüyordu bile, çünkü ilk geldiğimiz günden beri her hafta bu şakayı yapmıştı ve bende her defasında sandalyeme otururken bakmamıştım....Altımdaki yumurta yine çatlamıştı, ama artık bende sinirlenmiştim. Birden masadan kalktım ve hızlıca kapıyı açıp, dışarıya çıktım. Ve birde baktım ki rayların üzerinde koşuyorum. Nereye gittiğimi bilmiyordum, tek yaptığım koşmak ve yanaklarımdan süzülen yaşları silmekti.Arkamdan bir sesin Lütfen koşma, lütfen...,raylardasın her an bir tren gelebilir deyişini duyuyordum ama umursamıyordum ...Geri dönüp O'na bakmaya çalışırken, bir ıslık sesi duyduğumu ve ileride ki trenin bana doğru yaklaşmakta olduğunu hatırlıyorum...Olduğum yerde öylece kalakaldığımı ve artık koşamadığımı, ama rayların üzerinden de ayrılamadığımı hatırlıyorum. Arkamdam haydi oyunu bırakta çekil kenara diye bağırıyordu, ama kilitlenmiştim...Tren gittikçe yaklaşıyordu ve tam karşımdaydı...Hızlıca belime sarıldı ve Anneeeeeeeeeee diye çığlık attığımı ve sonrası hastahanede olduğumu hatırlıyorum ...O'ndan başka herkes oradaydı.Babam, gözü yaşlı bir şekilde bana doğru yaklaşıp sol ayak parmaklarımı gösterdiğinde, öylece babama sarılmış ve Özüm nerede diye sormuştum. Babam O'nun çok iyi olduğunu ama gelemediğini söylemişti.Sol ayak parmaklarım kesilmişti.Özüm beni belimden tutup çekerken, sol ayak parmaklarımın üzerinden tren geçmişti.
O günden sonra Özüm'ü bir daha asla göremedim.Oradan ayrılıncaya kadar defalarca evlerine gittim, ama kapıya bile gelmedi, belki de bana kızgındı bilemiyorum.Elbette benim için parmaklarımı kaybetmek önemli değildi, önemli olan sadece O'nu görüp teşekkür etmekti.
Bu olayların üzerinden çok ama çok uzun yıllar geçti ve ben bir daha oraya hiç ama hiç gitmedim, ta ki amcam geçen sene istasyon şefliğinden ayrılıncaya kadar; bir veda yemeği düzenliyordu ve tüm tanıdıklarını oraya çağırıyordu ve bana da eğer istemiyorsan gelmek zorunda değilsin demişti. Oysaki gitmeyi çok istiyordum...
Aslında kimse şunu halan anlayamıyordu, evet kaybolan şeyler vardı, ama geçen onca sene boyunca Özüm'ü görememek ve O'ndan küçücük 1 haber bile alamayışım beni çileden çıkarıyordu; neden beni görmek istemiyordu, neden mektuplarıma cevap vermiyordu, ve neden benim O'nu hiç suçlamamama rağmen bana sırtını çeviriyordu...
Geçen yaz büyük bir umutla trenden indiğimde tıpkı yıllar önce ki gibi O'nunda orada olacağını ve bana yine o günkü gibi bakıp valizimi alacağını düşünmüş ve heyecanlanmıştım, ama gelmemişti...
hatta veda yemeğinde yakın bir arkadaşından 5 sene önce oradan ayrıldığını ve başka bir şehre taşındığını bile öğrenmiştim. Evet artık haber almak imkansızdı.Ayrılmadan bir gece önce, O'na son bir kez mektup yazmaya karar verdim, mektubumda yine aynı şeyleri söylüyordum.O'na bir teşekkür borçlu olduğumu, kaybedilen şeyler olsa bile hayatın daha değerli olduğunu, çocukluğumun en güzel yazını O'nunla geçirdiğimi, bana bisiklete binmeyi O'nun öğrettiğini, dereden nasıl balık tutulacağını, büyük ayı yıldızının yanında küçük ayının da bizlere baktığını, istasyonda duran trenlerden 5 dakika da nasıl inilip binileceğini ve raylardan asla koşmamam gerektiğini yazmıştım....
Aslında bunca yıl sonra itiraf ediyorum ki,ben O'na çok bağlanmıştım ve evet O'nu daha da çok sevmiştim ve halan da seviyorum, ama bunu O'na hiç söyleyemedim, nasıl söyleyebilirdim ki....
Ertesi sabah mektubu annesine götürdüğümde zarfı kapatmak gereği hiç duymadım, çünkü annesininde okumasını istedim. Annesi gözü yaşlı bir şekilde beklememi istedi ve 5 dakika sonra elinde mektuplarım ile geri döndü. Evet benim mektuplarımdı, açılmışlar ve okunmuşlardı. Şaşırmıştım. Annesine, bunları bana neden geri verdiğini sorduğumda, elimden sıkıca tuttu ve şöyle dedi; O'nu unut artık, her mektubunda daha da kötü oldu ve 5 yıl önce senden haber almamak için buradan gitti ve yakında da evlenecek, ne olur yazma artık, unut O'nu...
Elimde mektuplarım öylece kalakalmıştım, annesine sıkıca sarıldım ve ilerlemeye başladım...Yürürken son bir kez bak diye geçirdim içimden ve arkamı döndüğümde O'nun penceresinde bir gölge gördüm. Artık anlamıştım, istemiyordu ve yıllarca da istememişti....Koşarak elimde ki mektubu kadının eline sıkıştırdım ve hiçbir şey söylemeden yeniden koşmaya başladım, ama bu sefer biliyordum ki arkamda O olmayacaktı...
***
Geçen gün işten eve geldiğimde posta kutumda O'ndan bir mektup gördüğümde, elime aldım ve girişte ki konsolun üzerine bıraktım, günlerce mektubu açamadım ve dün gece cesaretimi toparlayıp açtığımda ilk defa O'nun el yazısıyla karşılaştım...Daha ne yazdığını okuyamadan gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu bile, yaşlanıyorum galiba; mektubunda o gün arkamdan koşarken amma inatçı kız diye söylendiğinden, kurtulsamda rahatlasam dediğinden, beni kurtardığında onca yolu kucağında taşıdığında halan bana kızdığından, kaybettiklerimin ardından pişman olduğunu ve beni artık görmek istemediğinden bahsediyordu. Ve not olarakta; eğer diyordu, seni son kez görebilmeye karar verirsem 12 Temmuz sabahı trenle geleceğim diyordu...
Şimdi sabah treni için istasyondayım ve trenin geleceği perona doğru başım eğik, kalbim buruk ve kafamda de acaba gelecek mi sorularıyla ilerlemeye çalışıyorum....
ve....
sizce O geldi mi ve ne oldu hikaye sonunda ? ....
başka bir hikayede görüşmek üzere...
kucak dolusu sevgiler...
Not: Fotoğraf sevgili Mr.TD'ye aittir...teşekkürler Mr.TD:)