« July 2005 | Main | September 2005 »
August 31, 2005 at 08:30 AM in Bıdı Bıdılar... | Permalink | Comments (2) | TrackBack (0)
Yarın 30 Ağustos Zafer Bayramı...ama ben bu anlamlı günde sizleri aşağıdaki hikaye ile baş başa bırakıyorum...
Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken, bir yandan da
onlarla sohbet ediyor,'Nerelisin?' gibi sorular soruyordu. Gözleri bir ara, saçının ortası sararmış bir delikanlıya takıldı Yanına çağırdı ve merakla sordu:
> " Adın ne senin evladım?" dedi.
> " Ali, komutanım" dedi.
> " Nerelisin?"
> " Tokatlıyım, komutanım, Tokat'ın Zile kazasındanım..."
> " Peki evladım, bu kafanın hali ne? Saçlarının ortası neden kırmızı
>boyalı böyle?"
> " Cepheye gelmeden önce anam saçıma kına yaktı komutanım. Neden
>yaktığını da bilmiyorum."
> " Peki dedi üsteğmen. "Gidebilirisin Kınalı Ali."
> O günden sonra Ali'nin adı Kınalı Ali oldu.
> Cephede tüm arkadaşları Kınalı Ali demekle yetinmiyor, saçındaki kınayı da alay konusu yapıyorlardı.
> Kınalı Ali, arkadaşlarına karşı sevecen ve dürüst tutumu sayesinde, kısa sürede hepsinin sevgisini kazandı.Bir gün memleketine mektup göndermek için arkadaşlarından yardım istedi.
> " Anama, babama burada iyi olduğumu bildirmek istiyorum.Ama okumam yazmam yok. Biriniz yardım edebilir misiniz?"
Biri değil, birçok arkadaşı yardıma geldi.
> " Sen söyle biz yazalım" dediler.
Kınalı Ali söylüyor, bir arkadaşı yazıyor, diğeri de Söylenenlerin doğru yazılıp yazılmadığını denetliyordu.
> " Sevgili anacığım, babacığım hasretle ellerinizden öperim. Ben burada çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin." Kız kardeşini, kendinden küçük erkek kardeşinin sağlığını ve hatırını sorduktan sonra, köydeki herkesin burnunda tüttüğünü ve kimsenin kendisini merak etmemesini söyledikten sonra, Biz burada var oldukça bilesiniz ki düşman bir adım bile ilerleyemeyecektir" tümcesi ile bitiriyordu.Tam zarf kapatılırken Ali " iki üç satır daha ekleteceğini" söyleyerek Mektubun sonuna şunları yazdırdı.
> " Anacığım, beni buraya gönderirken kafama kına yaktın ama, Burada
>komutanlarım da, arkadaşlarımda benle hep dalga geçiyorlar. Cepheye gitmek sırası yakında inşallah kardeşim Ahmet'e gelecek, Onu gönderirken sakın kına yakma saçına. Burda onunla da dalga geçmesinler. Tekrar ellerinden öperim anacığım."
Gelibolu'da savaş giderek şiddetleniyordu. ingilizler kesin sonuç almak için tüm güçleriyle yükleniyorlardı.Cephede savaşan askerlerimiz önceleri birer, birer, sonraları beşer, beşer, Onar, onar şehit oluyorlardı. Gelen destek güçleri de yeterli olmuyor, onlarında sayıları giderek azalıyordu.
Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Ali'nin komutanı bu durum karşısında çaresizdi. Kendi bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi.Genç erlerine insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu cepheye göndermek zorunda kalmaması için Allah'a dua ediyordu. Komutanlarını düşünceli ve sıkıntılı gören Kınalı Ali ve arkadaşları, komutanlarına gidip, ondan kendilerini cepheye göndermesini istediler. Askerlerinin ısrarları üzerine komutanları daha fazla direnemedi ve ölüme gönderdiğini bile, bile bu isteklerini kabul etmek zorunda kaldı.
Kınalı Ali ve arkadaşları, sevinç çığlıkları atarak cepheye hayır, bile, bile ölüme gidiyorlardı.
O gün güle oynaya Gelibolu cephesinde ölümle buluşacakları yere koşan
Kınalı Ali'nin bölüğünden tek kişi geri dönmedi. Gidenlerin tümü şehit
olmuştu. Bu olaydan kısa bir süre sonra Kınalı Ali'ye anne, babasından
mektup geldi. Onun yerine komutanı aldı mektubu ve buruk bir ifade ile okumaya başladı. Cepheye gitmeden önce arkadaşlarına yazdırdığı mektubuna aile adına babası yanıt veriyordu.
> " Oğlum Ali, nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim, selam ederim.
Öküzü sattık, parasının yarısını sana gönderiyoruz, yarısını da yakında
cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum. Fazla yorulmuyorum da. Sen sakın bizi düşünme."
Babası mektupta köydeki herkesten akrabalarından haberler verdikten
sonra "şimdi ananın sana diyeceği var" diyerek sözü ona bırakıyordu. Mektubun bundan sonraki bölümü Kınalı Ali'nin anasının ağzından
>yazılmıştı şöyle diyordu anası:
> " Oğlum Ali, yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime de yakma demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler.
Bizde üç işe kına yakarlar;
1 - GELİNLİK KIZA, GİTSİN AİLESİNE, ÇOCUKLARINA KURBAN OLSUN DİYE
2 - KURBANLIK KOÇA, ALLAH'A KURBAN OLSUN DİYE
3 - ASKERE GİDEN YİĞİTLERİMİZE, VATANA KURBAN OLSUN DİYE...
Gözlerinden öper, selam ederim. Allah'a emanet olun "
Ali'nin mektubu okunurken ve çevresindeki herkes onu dinlerken, hıçkıra, hıçkıra ağlıyordu... "
(Bu mektubun aslı Çanakkale Müzesindedir.)
ve tabiki bu anlamlı günde eğer Gelibolu filmini izlemediyseniz izleyin ya da soundtrackini almadıysanız alın dinleyin, harika müzikler var, Demir Demirkan imzalı.....Daha önceden ben bu filmi tanıtmıştım ama bugün tekrardan yinelemek istedim....
kucak dolusu sevgiler....
August 29, 2005 at 08:30 AM in Özel Günler, Festivaller... | Permalink | Comments (3) | TrackBack (0)
Geldi yine güzel cumartesi ve neşeli pazar...neden mi böyle dedim, açıkçası bende bilmiyorum belki de bu iki tatil gününe güzel sıfatlar koymak istedim.....Bu hafta sonu değişik bir şeyler yapalım ve kendimizi güzel ve eğlenceli bir fuar için hazırlayalım...
Geçen gün ne kadar dergi var derken, aslında son günlerde ne kadar çok hobide gelişti diyorum şimdide:) ve bugün sizlere bahsedeceğim fuar Dekoratif El Sanatları ve Hobi Fuarı, 25-28 Ağustos tarihleri arasında Harbiye'deki Hilton Exhibition Center'da gerçekleştirilecekmiş...fuarın içeriği, kapsamı ve daha pek çok bilgi tabiki internet sitesinde, hatda bu tür bir site olması bile bence çok hoş;) http://www.craftfuari.com/01_05.asp sanıyorum hepsi çok güzel şeylerdir ama benim en çok ilgimi çekenler mumlar, kırtasiye, takı malzemeleri ve böylece uzar gider liste...bir kez daha neden Ankaramda yok diyorum:))
eğer vaktiniz varsa, en yakın arkadaşlarınızla sabahtan kalkın oraya gidin, gezin ve güzel vakitler geçirin.....
keyifli hafta sonları...
J
kucak dolusu sevgiler...
Not: Resim Craftfuari sitesinden alınmıştır.....
August 26, 2005 at 08:30 AM in Haftasonu | Permalink | Comments (1) | TrackBack (0)
6-7 yaşlarındayken her yaz İstanbul'a giderdik ve babamın dayısı Ali Dayı'nın Kalamış'taki evine de uğrardık....sanıyorum çocukluğumda beni en çok etkileyen evlerden biri de onların eviydi...Kocaman bir piyano, boydan boya bir kütüphane ve bir oda dolusu bebek:)) Bizleri de ailece çok severlerdi...Yemeğe oturmadan hemen Ayşe abla piyano çalar ve Ali Dayı'da akerdion eşliğinde bize "Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış'ta" 'yı çalarlardı...Bu hafta sonu İstanbul'a gitmeyi planlıyorduk ama evdeki hesap çarşıya uymadı, mesailer olabilirmiş dolayısı ile benim İstanbul hayallerimde suya düştü...4 günlük İstanbul'da gideceğim yerlerin bile listesini çıkarmış, fotoğraf makinemi daha iyi nasıl öğrenebilirim diye her akşam deneme çekimleri yapıyordum...Belki son dakika da gidebiliriz ama şu anda böyle 1 durum yok:)) neyse İstanbul'da gideceğim yerler arasında Kalamış'da vardı ve gideceğim tarihler arasında Kadıköy Belediyesi tarafından düzenlenen "Kalamış'ta Ayışığı Sinema Akşamları" vardı, hatda bu sene 4. senesi imiş...Eğer akşamları açık hava da sinema ve birde Kalamış'ta seyretmek isterseniz, haydi buyrun sinemaya....hatda benim yerime de izleyin;) tabiki daha detaylı bilgi için: http://www.kadikoy-bld.gov.tr/habergor.php?id=323 ve tüm gösterimlerde ücretsiz...
iyi seyirler...
kucak dolusu sevgiler...
not: Resim "Kalamış'ta Ayışığı Sinema Akşamları"'nın afişidir....
August 25, 2005 at 08:30 AM in Özel Günler, Festivaller... | Permalink | Comments (2) | TrackBack (0)
Son yıllarda ülkemizde yayınlanan dergi ¨ sayısında bir artış
oldu ve çok da iyi oldu bence;) Değişik konularda yayınlanan dergiler, raflarda teker teker yerlerini aldılar; bunların bazıları haftalık, bazıları aylık ve bazıları da 2-3 ayda bir yayınlanıyor....
Kitapçıda dolaşırken belki de en keyif aldığım alanlardan biri de dergilerin olduğu bölümdür...
İşte geçen haftasonu kitapçıda dergileri incelerken karşıma bu etkileyici(bana göre:))) dergi çıktı....."Kitap-lık" .... Öncelikle dış görünüşü ve ismiyle büyüledi, hemen eğilip diğer dergilerin arasından çekip aldım ve kaliteli bir baskı olduğunu anlayıp, içerisinde gezinmek için sayfalarını karıştırmaya başladım....Her sayfa, her konu ayrı tadlar verdi bana....
Dergi Yapı Kredi Kültür ve Sanat Yayıncılığı tarafından çıkarılıyor ve 2 ayda bir yayınlanıyor....ama içerisinde şiirler, öyküler, denemeler, söyleşiler, her sayıda hazırlanan dosya bölümü ve tabiki en son bölümde de bir paragraftan oluşan ve okuyucunun kendi hayal dünyasına göre tamamlayıp gönderdiği hikaye bölümü var....O kadar mutlu olmuştum ki tam bana göreydi ve ben bu derginin maalesef 85. sayısında tanışıyordum ama bundan sonraki sayılarında tabiki görüşmek üzere dedim kendi kendime...
Eğer farklı bir dergi okumak ya da şiirlerden, kitaplardan, deneme yazılarından hoşlanıyorsanız bu dergi tam size göre:))
keyifli okumalar....
Not:
Resim http://www.ykykultur.com.tr/ sitesinde ki kitap-lık dergisinin 85. sayısından alınmıştır....
Dergilerin neden poşetlendiğini anlayamadım hiç, eskiden yoktu böyle birşey.... zarar görmesin diye derseniz poşet zaten heran zedelenebilir bir malzeme, satış için derseniz de o zaman da kapağındaki başlıktan nasıl anlayabileceğiz içeriğini....keşke parfümler gibi onlarında testerları olsa;) böylece insanımız açsa, baksa, en azından iki satır okusa ve beğenirse alsa daha sonra gene alsa okusa ve böylece biraz olsun bilgilense... ne demiş Cem Yılmaz bir reklam filminde "Eğitim Şart:)"...
August 24, 2005 at 08:30 AM in Tavsiyeler(Kitap, CD, Anmalar...) | Permalink | Comments (1) | TrackBack (0)
Pazartesi geldi yine:))....Belki hafta sonu çok yoğun geçti belki de çok durgun ama bugünkü konu, başlıkdan da anlaşılacağı üzere tuhaflıklar üzerine... dilara beni bu konuda ebelemiş, aslında geçen hafta buna cevap verecektim ama "ŞEftali-Ye" etkinliği dolayısı ile 1 hafta gecikmeli cevaplıyorum...
konu kısaca şu şekilde; "başkalarına tuhaf gelebilecek, ama sizin tarafınızdan benimsenmiş davranış özellikleriniz" .....benimkiler mi işte aşağıda:))
1- Sinema da ya da başka 1 yerde asla ortaya oturmam mutlaka kenar olmalı...
2- Evden çıkmadan önce mutlaka salona bakarım (ne alakaysa:)))
3- Sıkıldığım zamanlarda saçlarımla oynar, kırıklarını bulur ve ortadan ikiye ayırırım:))
4- Arabaya her bindiğimde kapıları saniyesinde kilitlerim...(bir gün sırf bu yüzden bir yerime 1 şey olacak...:)))
5- Mumu çok seviyorum, ama yakmaya kıyamıyorum...
6- Boncukları her nerede görürsem göreyim çıldırıyorum ve 1 tane dahi olsa almak istiyorum....
7- Çikolata yedikten sonra mutlaka su içerim, sonra su içince de çikolatanın tadının gittiğini anlayıp tekrar su ve bu kısır döngü 1 kaç kez tekrarlanır:))
ben mi kimi ebeleyim; öncelikle GülŞen ,Tarçın sonra da sizleri...:)))
kucak dolusu sevgiler...
J
Not: Fotoğraf Frank A. Ogle 'ye aitdir.
August 22, 2005 at 08:30 AM in Bıdı Bıdılar... | Permalink | Comments (2) | TrackBack (0)
O kadar sicak ki, insan dışarı çıkmak bile istemiyor, hele bu sicakta araba kullanmak ya da otobüse binmek bir işkence gibi geliyor, en azından bana:)) Evde sadece tüm kapılar, pencereler açık buz gibi bir içecekle oturmak istiyorum.....Belki de o yüzden bu haftaki tavsiyeler bunun üzerine olacak ya da başka tavsiyeler; hadi başlayalım:)
İstanbul'da yaşıyorsanız ve fotoğraf çekmeyi seviyorsanız işte size 1 tavsiye... www.fototrek.com tarafından düzenlenen "Fotoğraf Akşamları" 'na katılabilir ve İstanbul'un değişik köşelerinden harika kareler yakalayabilirsiniz, hem değişik de 1 deneyim olabilir...daha detaylı bilgi için http://www.fototrek.com/atolye_fotografaksamlari.html ...
peki evde neler yapabiliriz, yaz meyvelerinden meyve salatası yapabilir ve yanında dondurma ile ikram edebiliriz, yiyebiliriz...;)
evde kalmış kumaşlarımızı değerlendirebiliriz, mesela küçük cüzdanlar yapabilir ya da küçüklerin bebeklerine elbise dikebilir ve onları mutlu edebiliriz...
ya da evdeki kartpostallardan güzel 1 çalışma yapabiliriz, örneğin değişik açılardan birleştirip çerçeveletebiliriz ya da evimizin uygun olan 1 yerine asabiliriz...ben her gittiğim yerden karpostal aldığım için bende biraz fazla galiba:))
Akşamları ise; balkonda mumları yakar ve arkadaşlarımızla harika vakitler geçirebiliriz; sohbetler yapabilir, oyunlar oynayabiliriz....
ya da sadece güzel 1 müzik, yanında buz gibi 1 içecek ve kitabımızı alabiliriz....
ya da ilkleri yaşamak istiyoruz derseniz de o zaman ülkemizde ilk defa yapılacak olan Formula1 yarışlarına katılabilirsiniz...Açıkçası biz bile Ankara'dan gitmek istedik ama fiyatları bize açıkçası pahalı geldi:)) tvden izlemekle yetineceğiz:))
ve tabiki "Mercan Dede - Natacha Atlas - M. Ahmet" konseri, nerede mi Kuruçeşme Arena'da...Söylenenlere göre manzarası harikaymış, tam da boğaza karşı.....daha detaylı bilgi için http://www.biletix.com/live/prmt.php?Eventcd=FBP05&Promcd=BKM
keyifli hafta sonları...
kucak dolusu sevgiler...
Not: resim "Mercan Dede - Natacha Atlas - M. Ahmet" konserinin afişidir ve biletixden alınmıştır....
August 19, 2005 at 08:35 AM in Haftasonu | Permalink | Comments (0) | TrackBack (0)
Oturduğunuz yerden hafifçe doğrulur ve size teklif edilen kahvenin nasıl olması gerektiğini (şekerli, orta veya sade) söylersiniz. Kahveniz hazırlanırken siz tatlı tatlı hayaller kurar ya da falınıza birilerinin bakması için küçük çapta bir araştırma yaparsınız:))...Zaman hızla geçer ve sicacık kahveniz karşınızda onu almanız için bekliyordur bile. Elinize aldığınızda ise çoktan dileğinizi tutmuşsunuzdur bile....Büyük bir keyifle köpüğünü hüpürdetirsiniz ve en sonunda o acı telvesinide yudumlarsınız....Artık kapatmak için sadece iki eliniz ile fincanı tutmanız ve kendinize doğru çevirerek meşhur sözü söylemeniz gerekmektedir; "Neyse halim, çıksın falım ".....
Tekrardan tatlı bir bekleyiş başlar...Bu seferde soğumasını beklersiniz, acaba içinden nasıl hikayeler çıkacak diye....soğuduğundan emin olmak için fincanın üzerine işaret parmağınızı koyarsınız ve işte beklenen an... Falınızın hikayesini anlatacak olan arkadaşınız yavaşça fincana doğru uzanır, eline alır ve tam fincanı kaldırmak isterken o da ne, fincan tabağa yapışmış, sevinseniz 1 türlü sevinmeseniz 1 türlü :)), ama ya yapışmadıysa, o zaman şimdi kahvenizin hikayesini dinleme zamanı...Karşınızdakinin ağzından dökülen sözcükleri merakla dinlersiniz ve bittiğinde başka bir kahve tadında görüşmek üzere dersiniz....
Geçen hafta sonu Aslı bize geldiğinde yeni fincanlarımla kahve ikram etmek ve sonrasında da balkonda keyif yapmak istedim.... ama kahveyi Aslı yaptı, çünkü harika kahve yapar kendisi ve tabiki fala bakmak da bana düştü, merak etmeyin hiç iyi fal bakmam, sadece tatlı tatlı gülebilmek için bakıyoruz;)...
Sonra da tabiki hikayesiyle siteye koymaya karar verdim.
Peki siz neler hissediyor ya da düşünüyorsunuz kahvenizi yudumlarken:))
kucak dolusu sevgiler....
Not: Fotoğraflar Küçük Hikayeler'e aitdir....
August 18, 2005 at 08:25 AM in HİKAYELERİM... | Permalink | Comments (3) | TrackBack (0)
17 Ağustos 1999
saat:3.02
....
Ben unutmadım,
nasıl unutabilirim ki,
unutabiliriz ki,
arkadaşlarım, kuzenlerim ve hiç tanımadıklarım...
depremi unutmayalım...
ama önlemimizi de alalım ya da ilgili kişilerin almaları için uğraşalım....
Not: Gece 3.02'de balkonumun ışığını 45 saniye boyunca yakacağım....
Sabah Siyah ve ortasında beyaz bir noktalı resim koymuştum ama Sabah Asude bana bu resmi gönderince hemen bunu koydum...
August 17, 2005 at 08:30 AM in Özel Günler, Festivaller... | Permalink | Comments (0) | TrackBack (0)
Evet işte beklenen gün geldi.....
ama öncesinde yaşananları şöyle özetleyebiliriz:)) şeftali'yi bu kadar sevmeme rağmen cuma gününe kadar değişik, renkli bir tarif bulamadık açıkçası, hatda bunun için netde bile gezindik, annelere sorduk:) ...sonra bir ara yıldık Aslı'yla (en yakın arkadaşım, dostum olur:))) ama Dilek'in yılmak yok sözlerinden sonra başladık aramaya ve sonunda işte bu "Beyaz Şapkalı Şeftaliler" çıktı ortaya:)))...
yani aslında tarif ararken, 1 çocuğu şeftali ile nasıl kandırabiliriz diye düşündük ve işte ortaya bu sonuç çıktı:)))
tabiki etkinliği başlatanlara kocaman teşekkürler....
Malzemeler:)
2 şeftali
yarım paket Krem Şanti
yarım paket Vanilya
1 Limon suyu
3-4 çorba kaşığı kakao
2-3 çorba kaşığı pudra şekeri....
kağıt kek kalıpları....
yarım su bardağı süt (krem şanti için)
yarım çay bardağı süt (kakao karışım için)
Yapılış süresi: 15-17 dakika...
Hazırlanışı:
1- Şeftalinin kabuklarını soymak için kaynar suda 3-5 dk bekletin; böylece kabuklar rahatça soyulabiliyor
2- Şeftalileri ortadan ikiye kesin ve kağıtdan kek kalıplarına yerleştirin
3- Üzerlerine limon suyunu dökün
4- 150 derecelik fırında 8-10 dakika bekleyin
5- Şeftaliler fırındayken sizde şeftalinin üst kısmı malzemelerini hazırlayabilirsiniz
6- Krem Şanti ve yarım bardak sütü mixser ile krema kıvamına gelen kadar çırpın ve bu karışımı ayrı bir kaba alın...
7- Kakao, pudra şekeri ve sütü de karıştırın..
8- Şeftalileri fırından çıkarın, üzerlerine önce krem şantili karışımı sonra da kakaolu karışımı süsleyin...
9- Buzdolabında 2-3 saat bekletin...
10- ister sade istersenizde yanında sade maraş usulu dondurma ile servis edin...
Afiyet olsun...
kucak dolusu sevgiler....
Not: Fotoğraflar Küçük Hikayelere Aitdir...
August 15, 2005 at 09:30 AM in Tarifler | Permalink | Comments (11) | TrackBack (0)
Evet, koca bir haftayı yine bitirdik; kimi zaman güldük, kimi zaman düşündük ve kimi zamanda sadece elimizi çenemize koyup bakındık öylesine....Ama artık hafta sonu, 2 gün tATiL...doyasıya neler yapsak , kendimize, sevdiklerimize neler katsak diye düşünelim....uzun zamandır hiç sinema tavsiyesi vermediğimi düşünüyorum, zaten mevsimde yaz olunca bu güzel havalarda insanın sürekli canı dışarda olmak istiyor(en azından benim....:)ya da çok güzel bir film olmuyor...
İlk tavsiye sinema üzerine, uzun zamandır beklediğim Charlie and the Chocolate Factory (Charlie ve Çikolata Fabrikası)...zaten çikolatayı seviyorum, onunla ilgili filmleride daha da zevk alarak izliyorum.... internet sitesi: http://chocolatefactorymovie.warnerbros.com Diğer film tavsiyesi de, Tout pour Plaire! (eyvah yaş 35) insan 30'lu yaşlara gelince sanıyorum bu tür filmlere daha da meraklı oluyor:)) hem Fransız yapımı olması hemde 3 kadının hayatları üzerine geçen bir film olduğu için dikkatimi çekti açıkçası....internet sitesi: http://www.cinemovies.fr/fiche_photos.php?IDfilm=7954 yalnız sitede fransızca bilmeniz gerekiyor (bende bilmiyorum, sadece photos kısmından Küçük Hikayeler için fotograf aldım;))
Peki biz film izlemek istemiyoruz derseniz o zaman neler yapalım bakalım; her zaman bir şeyler boyamayı, renklerle oynamayı çok seviyorum, belki de o yüzden iş yerinde bile renkli kalemler ve post-itler var:)) kuzenim amerika'ya gidince ona el sanatları ile ilgili birkaç kitap getirmesini istemiştim; isimlerini vererek....kitaplarım geldi...:)) ve o kitaplarda ki bilgileri elbetde sizlerle de paylaşacağım.... kitaplarımdan biri işte bu soldaki kitap....detaylı bilgi için http://www.amazon.com/exec/obidos/tg/detail/-/0696210371/ref=sib_rdr_dp/103-2137683-2274236?%5Fencoding=UTF8&no=283155&me=ATVPDKIKX0DER&st=books
kitapta gerçekten de harika tavsiyeler var ve bu tavsiyeleri yazar mevsimlere görede ayırmış...bugün sizlere bu kitapta en çok hoşuma giden projelerden birini vereceğim.....aslında eğer benimde bir çocuğum (ya da yiğenim) olsaydı bende yapar ve siteme fotoğrafını koyardım....tamam başlıyorum anlatmaya...
hani hepimizin ya da çocuklarınızın ya da yiğenlerinizin küçüklükten kalma ya da küçükken giydikleri bebek ayakkabıları olurya, beyaz olanlardan, işte şimdi elinize suya dayanıklı boyalar alın ve bu ayakkabıları rengarenk boyayın o kadar güzel oluyor ki anlatamam, nasıl fikir ama değil mi...
bir başka tavsiyede geçen gün aklıma geldi...çocuklar kollarına ya da yüzlerine boya sürmekten ya da sakızlardan çıkan yapıştırmaları yapıştırmaktan çok hoşlanırlar....geçen hafta içinde iş yerine gelen çalışma arkadaşlarımızın kızları iş yerinde hali ile sıkıldılar (tatil olunca arada sırada geliyorlar:))) ve o sırada iş yerindeki bir arkadaşımızın yanında tesadüfen getirdiği "Hint Kınası"nı çıkardı, kızlardan birini yanına çağırdı, koluna sessizce şekiller çizdi, sonra plastik su bardaklarına biraz su koydu ve ince bir fırça yardımıyla çizdiklerinin üzerinden gitmeye başladı.....sonrası mı tabiki akşama kadar her yerlerini boyadılar, ve bana gelip Zeynep abla nasıl olmuş diye de sordular..... O gün fotoğraf makinemi yanımda getirmediğime çok pişman oldum:))) hatda bu hafta sonu ben bile yapmayı düşündüm küçükde olsa;))
Hint kınasını aktarlardan alabilirsiniz ve fırça da ince suluboya fırçası olabilirmiş...en önemli nokta çiziminizin çok iyi olması ama eğer ii değilse o zaman şekillerin çıktısını alıp bunlar üzerinden de çizebilirsiniz...kısacası benim çok hoşuma gitti hatda elime bile yapmayı düşündüm, geçen senelerde çok modaydı....:) ama şekilleri nasıl bulacağız derken internetden bir araştırma yapayım dedim ve işte size adresler:))
kına şekilleri için çok fazla site var ama benim favorim sanıyorum bu site:))
***** http://www.earthhenna.com/Sampleph2.htm
**** ve sadece sitelerden değil Microsoft Word'deki WordArt'dan da yararlanabiliriz sanıyorum;)
aslında amaç burda eğlenmek, keyifli vakitler geçirmek....
Bu hafta sonu çocuklarla, sinemalarla geçebilir ya da evde harika kurabiyeler yapabiliriz, tarifler nerde demeyin o kadar çok güzel site varki;)) ve ben sonunda şeftali etkinliği için küçücük bir tarif buldum sanırım....cumartesi yapıp eğer sonuç olumlu olursa hemen hatice ye e-mail atacağım....
heyecanla bekliyorum Pazartesi'yi.....
kucak dolusu sevgiler....
keyifli haftasonları....
Not: 1-Resimler filmlerin internet sitesinden ve kitapda www.amazon.com 'dan alınmıştır.
2- Dün akşam televizyondan izlediğim Universiade'in açılışı tek kelime ile muhteşemdi, emeği geçen herkese teşekkürler .... özellikle MEvlana ve MErcan Dede'nin olduğu blm,Anadolu'nun çeşitli kültürlerini yansıtmaları kısacası Devlet Opera ve Balesi sanatçıları, kareografları harikalardı.....
August 12, 2005 at 08:28 AM in Haftasonu | Permalink | Comments (3) | TrackBack (0)
Hava burda o kadar sicak ki (sanıyorum anlıyorsundur, aynı yarım kürede olmanın yararları:), evdeki tüm pencereler açık ama yine de tek bir yaprak bile kıpırdamıyor, tıpkı o gün gibi. Ve ben geceleri burada da rahatça uyuyamıyorum.("gece kuşum" deyişini duyuyorum:))
Sana yazmayalı, seninle konuşmayalı şimdi düşünüyorumda o günden beri tam tamına 4 ay olmuş.Sen sürekli bana elektronik postalar ya da sevimli kartlar atarken ben sessizce köşeme çekiliyordum, ama sen yılmadın ve bana sürekli yazdın, haberler verdin....şu an saat gecenin 3'ü ve orada da gündüz biliyorum, elim defalarca telefona gidiyor, arayıp sesini duymak, bir merhaba diyebilmek için... ama yapamıyorum, ve şimdi de elime kağıt kalemi almış sana yazıyorum, yazmayı hiç sevmeyen biri olarak.....(hayat işte diyorsun gülerek değil mi:) Evet haklısın, bilgisayarda da yazabilirim ama bu mektubun postane kokusu almasını, üzerine hangi tarihte yollandığına dair bir pul yapıştırılmasını, uçağa binmesini, okyanus geçmesini, başka mektuplarla yanyana durmasını ve sana bir postacının vermesini istedim, belki de çok eski kafalı gibi oldu ama,bence buna sen karar ver, çünkü açıkçası senden gelen kartları tekrar tekrar okuyabiliyor ya da kitaplarımın arasına koyabiliyor ya da buzdolabımın üzerine yapıştırabiliyordum, oysaki elektronik postayı okumam için bilgisayarı açmam ya da çıktısını almam gerekiyordu ve çıktıdan okumakta bana çok anlamlı gelmiyordu, senin el yazını görmek istiyordum işte:)).....
Şu anda sana tek odalı evimden yazıyorum. Burayı yeni kiraladım. Sanki daha öncekilerini biliyormuşsun gibi başladım ama, belki de sana ilk baştan anlatmalıyım tüm olanları değil mi, bunu hakediyorsun, ne de olsa sen benim dostumsun....
Okul bitince ikimizde iş aramak yerine, biraz macera ve biraz da daha iyi bir eğitim için yurt dışında yüksek lisans için pek çok okula başvurmuştuk.Beş yıl aynı okul, aynı ev ve şimdi de yüksek lisansı birlikte yapacaktık...başvurduğumuz okullar bile aynıydı, hatda erkek arkadaşın bile gülüyordu bu duruma, ben her zaman ki gibi yalnızdım biliyorsun. (bıyık altından gülüyorsun değil mi:)
Sonuçlar, başvurulardan yaklaşık 4 ay sonra yavaş yavaş gelmeye başladığında, ikimizde her defasında kabul olmadığımızı öğrendiğimizde biraz üzülsek de, bir yandan da seviniyorduk, ne de olsa ayrılmayacaktık diye... ve işte o yaz gecesi (tıpkı bugünkü kadar sicaktı:)) sicaktan uyuyamamıştık da balkonda mum ışığında ben, sen ve kral (halan erkek arkadaşın değil mi) otururken birden kral ya biriniz kabul olursa ne olur demişti gülerek, sanki içine doğmuş gibi...bir sessizlik olmuştu ama sadece gülmek için güldük işte, fakat düşünmemiştik te değil hani.....
Ve ertesi sabah postacı kapı zilini çaldığında, nasılda umutla açmıştın kapıyı, o kadar sabırsızdın ki postacının elindeki kağıdı bile imzalamayı unutmuş ve postacı tekrar çaldığında koşarak açmış ve aceleyle imzalamıştın.Belki de heyecanın bunların son mektuplar olmasından kaynaklanıyordu, çünkü tüm okullardan cevaplar gelmişti.2 zarf vardı ve açılmak için masanın üzerinde bekliyordu, ben tek kişilik pembe koltukta ayaklarımı kendime çekmiş oturuyordum, sense kapının yanında ayakta duruyordun ve kral da ikimizin sessizliğinden yararlanarak masaya doğru uzanmıştı (gelen tüm zarfları o açıyordu...) ve her zamanki gibi önce senin zarfını açtı, yüzünde yine daha önceki tepkiler vardı, kafasını kaldırdı ve güldü,(gülüyordu, çünkü senden ayrılmak istemiyordu...) anlamıştık ki olmamıştı, yerimden kalktım ve kendi zarfımı yırtmak için yöneldiğimde, kral ve sen olmaz diyerek beni durdurmuştunuz, çünkü gelen tüm zarfların açılması gerekiyordu.... Artık hepimiz ayaktaydık....Kral zarfı eline aldı ve zarfı açtığında, katlanmış olan düz beyaz kağıdı çıkardı ve işte o anda gözleri büyüdü ve gidiyorsun dedi bana bakarak; inanamamıştım, nasıl olabilirdi, olamazdı, notlarım senden daha düşüktü oysaki (ne komik demi hemen notları düşünmem:)))... gözlerimi senden kaçırmaya çalışsam da başarılı olamadım, tekrar koltuğa oturdum ve gözlerimden yaşlar süzülüyordu bile, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum (tutamıyordum ki kendimi).....keşke başvurmasaydım da sen gitseydin diye...birden elinde bir bardak su ve mendil ile geldin ve hayat bu, gideceksin ve okuyacaksın dediğini hatırlıyorum....hiç bir zaman kızmamıştın ya da alınmamıştın, o kadar iyiydin ki, evet sen benim gerçek dostumdun...hiç kardeşim yoktu ama sen bana kardeşten bile daha yakındın...
Sonraki günlerde ailemi görmek için İstanbul'a gittiğimde, oradan da cesaret edip seni arayamadım, şimdi bunları yazarken o kadar utanıyorum ki ve tam havaalanına girdiğimizde anonsdan ismimi duyduğumda şaşırmıştım ve ilgili bankoya gidipte karşımda seni gördüğümde o kadar sevinmiştim ki anlatamam, canım arkadaşım beni uğurlamaya gelmişti .....biricik dostum sarıl bana dememe fırsat kalmadan sımsıkı sarıldın ve o anda ikimizde ağlamaya başlamıştık...pasaport kontrolünden geçtiğimde artık gittiğimin iyice farkına varmıştım.....sırtımda çantam, bir elimde pasaportum, öbür elimde mendil ve sadece ben...
Uzunca geçen uçak yolculuğundan sonra buraya geldim, yeni bir şehir, okul, çevre kısacası yepyeni bir dünya işte....tek başıma kalmıştım, sende yoktun...kayıt işlemleri, dersler ve ilk geldiğimde kaldığım o korkunç yurt ve sonrasında bulduğum işte bu küçük ev, sanıyorum yaklaşık 30 metrekare falan ama ben yine de buraya çok ödüyorum....gülüyorsun değil mi, her zaman en pahalı şeyleri bulduğum için:); kitaplarım, dergilerim, cdlerim ve giysilerim için bir dolap (merak etme halan sığdıramıyorum:), banyomu görmelisin o kadar renkli ki anlatamam, kırmızı bir küvetim var, aynam yok, zeminde çizgi roman kahramanları, renkli renkli spotlar, duvarlarda deniz dalgaları ve en komiği belki de klozetde resmedilmiş küçük gülen mikroplar var...benden önce burada bir ressam oturuyormuş, sadece tuvalleri ya da kağıtları değil, aynı zamanda evi de çizmiş :)) aslında eğlenceli olmuş bence....her tuvalete girdiğimde resmedilmiş mikroplara bakmamak için kendimi zor tutuyorum ama gene de yapamıyorum:))) (kahkaha ile gülüyorsun değil mi)....
bak yine güldürdüm seni....
O günden sonra sana hep bir eğitim borçlu olduğumu düşünmüştüm.... Uçağa bindiğimde, buraya geldiğimde, kısacası her anımda suçluluk duyuyordum, oysaki sen bana böyle bir şey olmadığını defalarca mektuplarda, elektronik postalarda anlatıyordun....ama inatçıydım biliyorsun hayır dediysem bitmişti...
Sana bu mektubu yazarken kafamı kaldırıyorum, önce saate bakıyorum ama saat çoktan 4'ü geçmiş bile , sonra sokaktan bir ışık süzmesi geliyor ve sokaktaki dükkanlardan birininde açık olduğunu görüyorum....O da benim gibi bir şeyler üretiyor; ekmek yapıyor; su ve unu yoğurup önce hamuru oluşturuyor, sonra da ona sevgiyle şekil veriyor, tıpkı benim sevgiyle, özlemle sana mektubumu yazdığım gibi....halan hava o kadar sicak ki(sabah serinliği bile olmadı:)....bu sicakta, gecenin bu saatinde O da benim gibi tek başına ve O da kapısını açmış ve yaptığı ekmeklerin, hamurların kokusunu tüm sokağa yaymış bile...(içime çekiyorum, anneannemi özlüyorum, o da harika hamur işleri yapardı diyorum...)
Kimbilir yoğururken neler düşünüyor; belki eski bir sevgiliyi, belki çocuklarını, belki de onu çok seven karısına yeteri kadar önem vermediğini, belki de, evet belki de onu çok seven dostunu uzun zamandır aramadığını....(birden durdum) ve düşündümde şu ekmekçi ile ortak bir noktamız olabilir dedim, "dostlar"....ama bu gece şu pencerenin önünde durupta karşımda duran ekmekçiyi izlediğimde fikirlerimin değişmesinin zamanının geldiğini anladım; inatçılığı bırakmalıydım ve sana yazmalıydım....
İşte o anda bana yaptıklarını, bana her zaman destek oluşunu ve ben sessizce senden haberleri okuyup karşılık vermezken, senin yine de azimle benimle ilgilenmeni düşündüm..... ve dün aldığım mektuplada artık yazmamın zamanının geldiğini anladım....
Demek Kral ile evleniyordunuz, harika bir haberdi benim için, ama sende bende biliyorduk ki o tarihlerde benim orada olmamın imkanı yoktu....oysaki ne kadar isterdim "o gün"de yanında olmayı.....
Ama sana bunca zamandır yaptıklarım için kocaman bir özür borçluyum, öncelikle ÖZÜR DİLİYORUM.... sen şimdi bunları okurken gülümseyerek ne gerek var desen bile....
Ve birde küçük bir sürpriz size; yaptıklarımı affettirmez biliyorum ama senin ve kralın balayınızı burada geçirmeniz için 2 uçak bileti ve buraya çok yakın, deniz kenarında harika bir otel ayarladım:)) size sadece pasaport işlemleri kalıyor...hem gelince sana evimin karşısındaki ekmek fırınını da gösteririm ne de olsa ortak arkadaşımız O, değil mi....
tekrardan mutluluklar......
ayakkabının altına ismimi yaz tabiki;)
Seni çok seven dostun...
başka bir hikaye de görüşmek üzere....
kucak dolusu sevgiler....
not: Fotoğraf Bob Fowler'e aitdir...
August 10, 2005 at 08:30 AM in HİKAYELERİM... | Permalink | Comments (6) | TrackBack (0)
Evet işte bir organizasyon daha ve bu sefer İzmir'de...
bir vapur,
deniz,
kumru,
Karşıyaka,
teleferik
ve işte İzmir.....
tüm kent gençlerle, spor severlerle dolacak .....
Bu etkinlikde sadece spor oyunları yok aynı zaman da "Oyunlar Köyü Etkinlikleri" başlığı altında sergiler, konserler ve de sergiler olacakmış; bir başka deyişle dop dolu geçeceğe benziyor...11-21 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilecek...daha detaylı bilgi için internet sitesi: http://www.universiadeizmir.org/ ve internet sitesi gerçektende de güzel, dolu bir içerikle hazırlanmış tebrikler....
Küçük Hikayeler tüm sporculara başarılar diler ....
Not: Resim Universiade'ın internet sitesinden alınmıştır.....
Kucak dolusu sevgiler...
August 09, 2005 at 09:24 AM in Özel Günler, Festivaller... | Permalink | Comments (3) | TrackBack (0)
August 08, 2005 at 09:30 AM in Özel Günler, Festivaller... | Permalink | Comments (2) | TrackBack (0)
En sevdiğim meyveler arasında sanıyorum ilk sırada yer alır kendileri... ve bu ayki yemek etkinliğinde Şeftali var bende siteme bannerını koymak istedima ama benim seçtiğim tasarımda bazı şeyler kısıtlı olduğu için bende bunu en iyisi takvimde en görünür yer olan pazar gününe koyayım dedim:)
ben katılmak istiyorum ama o kadar ustalar var ki, ama amaç burda eğlenmek, paylaşmak güzel gülümsemeler yakalamak falan filan işte....
Daha detaylı bilgi için: http://www.portakalagaci.com/mim/
not: Resim Etkinliğin logosudur ve sitesinden alınmıştır....
August 07, 2005 at 05:46 PM | Permalink | Comments (0) | TrackBack (0)
İşte yine bir cuma ve hafta sonu geldi bile, bu hafta o kadar yoğun geçti ki, yoğunluk hafta sonu da çalışmaya doğru gidecek:() aslında sevineyim mi üzüleyim mi bilmiyorum ama sanıyorum zamanı bazen akışına bırakmak da en iyisi galiba ve bu haftasonu tavsiyeleri biraz farklı olacakmış Küçük Hikayeler'in....deyimler ve atasözleri ile ilgiliymiş ve bunları düşünecekmiş))).....
*****"Güçlükler, başarının değerini artıran süslerdir " Moliere
(zorluklar olmadan gerçekten başardık diyebiliyor muyuz, hayır bence)
******"Para hırsı ve mutluluk birbirlerini hiç görmüşler mi ki, tanışsınlar?..." Benjamin Franklin
*****"İçinden gelmeyenlere, dışarıdan verilen öğüdün faydası yoktur." Mevlana
******"Yeni süpürge iyi süpürür, ama köşeleri bilen de eskidir" İrlanda atasözü....
(aslında iş hayatında olanlar bilir, yeni genç olanlar daha dinamik ve atılgandır ama eskilerinde deneyimleri fazladır.....)
*****"İnsan, inandığı şeydir." Anton Çehov
*****"Eğer hayal edebildiğin bir şeyse, yapabilirsin" Walt Disney
ve hafta sonu için düşünmek için son söz de Yunus Emre'den
"İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır." Yunus Emre
fotoğraftaki papatyalar kadar harika bir hafta sonu geçirmeniz dileğiyle...
kucak dolusu sevgiler....
Not: 1-fotoğraf Küçük Hikayeler'e aitdir..
2- gri renkte ve parantez içinde yazılanlar Küçük Hikayeler'in fikridir...eğer sizinde varsa lütfen sizde yorum kısmına yazabilirsiniz;))
August 05, 2005 at 09:16 AM in Haftasonu | Permalink | Comments (5) | TrackBack (0)
Mevsim yaz olurda sahillerde festivaller düzenlenmez mi:)) hele de bu festival, kumdan heykeller yapmak olursa daha da keyifli olmaz mı...işte bugün bahsedeceğim festival Belçika'nın Blankenberge şehrinde Temmuz ve Ağustos aylarında düzenlenen "Sand Sculpture Festival at Blankenberge". (Blankenberge' de Kumdan Heykeller Festivali). .. Haziran ayında tatil için gittiğimiz Belek/Antalya'da
kısa bir süreliğine sohbet etme fırsatı bulduğumuz Belçika'lı bir çift ile havadan sudan, politikalardan, AB'den(Avrupa Birliği) konuşurken birden bana harika kumsallarınız var, neden bu güzel kumsallarda, kumdan festivaller düzenlemiyorsunuz diye sormuştu, bende iyi olur ama birilerinin bunun için çalışması, organizasyon yapması gerek demiştim gülümseyerek, çünkü organizasyon işi, emek ve bilgi ister(di)....Temmuz ve Ağustos aylarında Belçika'da düzenlenen Festival'den bahsetmişti, dün aklıma geldi ve internetde biraz araştırma yaptıktan sonra
bunu sizlerle de paylaşmak istedim... http://www.sculpta.be/gallery/index.php
Eğer bu tarihlerde oralarda olacaksanız bence gidin ve görün;))
Not: Fotoğraflar festivalin internet sitesinden alınmıştır....favorilerim....;))
kucak dolusu sevgiler.....
August 03, 2005 at 08:32 AM in Özel Günler, Festivaller... | Permalink | Comments (2) | TrackBack (0)
Radyoda Mary J.Blige'in söylediği "Sorry Seems To Be the Hardest" çalıyordu...bense sicaktan bunalmış, bir yandan araba kullanıp bir yandan da arkada ki güzel kızımın nasılda masumca uyuduğuna bakıyordum, aniden göstergelerden biri yanmaya başladı ve ben tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışırken, artık tüm gösterge panelinin yandığını görünce, hemen arabayı güvenlik şeritine çektim ve kızımı uyandırmak için arkaya döndüğümde, O çoktan uyanmış ve şaşkın gözleriyle etrafına bakınıyordu bile...
"Anne, neden durduk..." diye seslendi, "bende bilmiyorum kızım, sanıyorum arabamız bozuldu" dedim. Kafamı sağ tarafa çevirdiğimde tam da sahile yakın bir yerde durduğumuzu farkettim (araba kullanırken hiç farketmemişim oysaki !...) ve denize, kuma hayran olan kızım hemen "Anneee bak!" diye bağırdı gülümseyerek....yol çok fazla kalabalık değildi...arabadan indim, arka kapıyı açtım ve kızımın emniyet kemerini çözdükten sonra kollarımın arasından denize doğru koşduğunu gördüm...
Arka bagajdan bir yer sergisi aldım ve biraz burada kalmaya karar verdim (aslında kızımın isteğiydi). Yanına, küçüklükten beri bırakmadığı oyuncak ayısı "Dobi"'yide almıştı, neden bu ismi verdiğini hiç anlayamadık, sanıyorum bir arkadaşımız için kendi aramızda konuşurken "Çok şişman kilo vermesi gerekiyor, sevimli dombilik" dediğimizde "dombilik" kelimesini oyuncağının ismi için seçmişti bile:)
Aylardan Ekim'di ve sonbahar kendisini yavaş yavaş hissettiriyordu, fakat rüzgar üşütmüyordu, tam da babamın dediği gibi "limonata gibi bir hava" vardı...aklıma neden yola çıktığımız geldi;
1 hafta kadar önce eşim bir akşam üstü kızımız uyuduktan sonra televizyonu kapattı, karşımdaki koltuğa oturdu ve Melbourne (Avustralya)'dan iyi bir iş teklifi aldığını söyledi, "iyi de bu da nereden çıkmıştı" diye geçirdim içimden, ve bakışlarımdan şaşkınlığımı anlamış olacak ki, hemen "biliyorum, sizlere danışmalıydım ama hem burada yaşamaktan sıkıldım hem de değişiklik işte" dedi...insanın bir ailesinin olmasından öte, sevdikleriyle beraber alması gereken bir karardı bana göre ve ben çalışmıyor olsam hadi neyseydi (gene de sormalıydı...), tüm arkadaşlarım, dostlarım, yaşamım buradaydı ve ben bunları hızlı hızlı düşünürken aklıma çok da düşünme nasıl olsa daha kabul etmemiştir dedim, sonra acaba diye duraksadım, zaman geçirmeden sormalıydım, kurmak iyi bir şey değildi çünkü, "peki sen ne düşünüyorsun bu konuda" (klasik bir soruydu ama:))) diye sordum, bu şekilde bir soru beklemiyordu ama, hemen cevap verdi "önce evi satarız, sigortalardan paramızı alırız, vizemiz de tamam"... O devam ederken, o anda yakaladığım kelimeye odaklandım sadece, "vizemiz tamam", bu demek oluyor ki canım kocam kararını vermiş ve tüm bu işlemleri sessizce halletmişti bile...daha fazla dinlemek istemiyordum, yerimden sakince kalktım ve "ama benim, kızımızın ve hatda seninde düşünmen gerek, ben yatıyorum, iyi geceler" dedim....
Ertesi sabah işe gitmemek için epey uğraşmıştım (bunca şeyden sonra nasıl bir şeyler yapmak isteyebilirdim ki, belki de kısa bir süreliğine kaybolmak istiyordum...) ama kızım yanıma gelipte "anne, ben hazırlandım hadi okula götür beni..." demesinden sonra nasıl olurda yatakta kalabilirdim ki...önce onu okula bıraktım ve ofise geldiğimde zaten herkes anlamıştı bir problem olduğunu; her zaman hayat dolu, olaylar karşısında sakin olan ben, artık kopmuştum...sağlıklı düşünemiyordum ve sadece o yere gitmek istiyordum.... hemen en yakın arkadaşımı arayıp olanları anlattığımda duyduklarına inanamadı ve "hemen git, oraya" dedi, "iyi de ya yanlış anlaşılırsa" dedim, birden yüksek sesle "kim neyi yanlış anlayacak..." dedi bana. O'nu aramalıydım, sonuçta ortak bir yaşamı paylaşıyorduk, O'na gitmek istediğimi söyledim ve O da hemen "Olur" dedi anlayışla....bugüne kadar hiç birbirimizi kırmamıştık (elbetde tartışmalarımız olmuştu ama...) ve şu anda da sanıyorum bence kırılacak bir şey de yoktu ... sadece biri gitmek istiyor, biri gitmek istemiyordu ve orta da bu iki kişi arasında kalan masum bir kız çocuğu vardı....Akşam eve geldiğimde O'nun da evde olduğunu gördüm ve "Erken gelmişsin" dedim. "İşten ayrıldım" dedi gülümseyerek, "iyi" diyebildim sadece...
Artık tamamen gideceğini biliyordum "peki ben gelmek istemezsem" dedim, birden duraksadı ve "nasıl yani" dedi "elbetde geleceksiniz, ayrı nasıl olacak ki, hem sende orada iyi bir iş bulabilirsin ve kızımız içinde iyi olacak biliyorsun" dedi, "ama ben gelmek istemiyorum, buna da ben yalnız karar verdim" dedim ve o anda "Peki, ben giderim o zaman, 1 sene düşünürsün, istemezsen ayrılırız" dedi biraz sinirlenerek...o kadar kolay söylemişti ki, zaten karışık olan kafam iyice karışmıştı...6 senedir evliydik ve 5 sene de öncesi vardı....ve ve ve öylece kalakalmıştım, herşeyi bu kadar basit sonuçlandıramazdı, hayat bir matematik denklemi değildi... kollarımdan tuttu ve "Biliyorum, üzgün olduğumu söylemek için geç ama, belki de ayrılmalıyız..." diyerek sarıldı... bana bunları söyleyen birinden ne bekleyebilirdim ki, daima gururluydum, kimseye hiçbir şey için yalvarmamıştım ve şimdide benimle birlikte olmak istemeyen bu adama karşı ne diyebilirdim ki, sadece "başlat o zaman işlemleri, ama Küçük bende kalır" dedim...kızımızın ismi Küçük değildi ama ben ona hamile kaldığımdan beri bu şekilde hitap ediyordum..."Ona sen anlat o zaman" dedi, beni cezalandırmıştı farkındaydım ama yine de "tamam" dedim....
Sabah erkenden kalktım, kızımı uyandırıp anneanne ve dedeyi ziyarete gideceğimizi söyledim, hemen bana babasını sordu,sadece O gelmeyecek işi çıkmış diyebildim ve bana "Anne'cim iyi misin" dedi, birden gözlerim doldu ve gözlerimle "evet" diyebildim...O daha uyanmamıştı... arabayı çalıştırdığımda pencerenin arkasından sessizce baktığını gördüm, artık yoldaydık ve sonra da işte burada...
Ayrılacağımızı ona nasıl söyleyecektim ya da en önemlisi kendime...çünkü O'nu seviyordum ve beni ne aldatmış ne de kırmıştı sadece gidiyordu hemde yalnız... daha çok küçüktü, anlamasını bekleyemezdim, iş için gidiyor dersem yıllar sonra olayların farkına vardığında bana kızacaktı Küçüğüm, ne zordu anlatmak...akşam oluyordu ve hava kararmaya başlamıştı, Küçüğüm kumların arasında o kadar mutluydu ki ve daima da böyle mutlu olmasını istiyordum...."Haydi artık gidiyoruz" diye seslendim ve hiç itiraz etmeden "Peki" dedi... yanıma geldi ve elleriyle saçlarımı tuttu, topladı, dağıttı ve hiç sesimi çıkarmadığımı anlayınca usulca yanıma oturdu ve "Anne, babam bir yere mi gidiyor" dedi, Küçüğüm cin gibiydi ve her çocuk gibi de hisleri çok kuvvetliydi, zorla yutkundum ve söylemek için zamanın geldiğini anladım.....
Su daima aşağı doğru akar, hayatında öyle olmasını umut ederiz, ama hayat bu, her zaman burada görünen sahil gibi değildir, kumdan tepeler, vadiler ve hatda bazen kaleler bile yapmak zorunda kalırız ve biz tüm bunların içinde daima gider geliriz, mesafeler uzak olsa bile...Şunu sakın unutma ki sevdiklerimiz hep yanımızdadır, tıpkı baban gibi, o da başka bir sahile kumdan kaleler yapmak için gidiyor, ama tabiki bizim sahile de gelecek, seni görecek, seninle olacak ve belki de sende onun kalelerini görmeye gideceksin ve hayat hep bu şekilde devam edecek....şaşkınlıkla beni dinledi, gözlerini irice açtı ve "peki, birlikte kalelerde yapacak mıyız" dedi, "belki..., günün birinde neden olmasın" diyebildim...
artık anlamıştı, başını kollarımın arasına aldım, saçlarını okşadım ve rüzgar eşliğinde ona şarkılar söyledim, artık o Küçüğüm değildi, büyümüştü...
Başka bir hikaye de görüşmek üzere....
kucak dolusu sevgiler...
Not: Fotoğraf Juliane_K_Rea'ye aitdir...
August 02, 2005 at 08:30 AM in HİKAYELERİM... | Permalink | Comments (12) | TrackBack (0)
August 01, 2005 at 11:05 AM in Bıdı Bıdılar... | Permalink | Comments (2) | TrackBack (0)
|